Oyunu 22 Aralık 2022 tarihinde Kumbaracı 50’de izledik. Volkan Çıkıntoğlu’nun yazdığı bir oyuna gözüm kapalı giderim, daha önce iki oyununu izlemiş ve “kafa yakması”ndan çok etkilenmiştim. Bu oyunun ise, çok tatlı bir mahalle oyunu olduğunu hissetmiş, “kafa yakmadan” da nasıl bir hikaye ortaya konabileceğini birinci elden deneyimlemek istemiştim. Yine çok keyifliydi ve bu sefer daha az “anlam aradığım”, çokçana “durum tespiti” yaptığım ve yine bolcana, “küçük nüanslar” yakalayıp, kendime dersler çıkardığım, keyifli bir oyun karşıladı bizi.
Tek kelime ile bu oyunu tarif etsem, seçeceğim kelime “naif” olurdu. Naif, çünkü bir mahallede, 3 kafadar arkadaşı odağına alan “küçük” bir hikaye ekseninde geçiyor oyun. Naif çünkü, “iklim krizi”ne, hödö hödö büyük plaza insanlarının ya da politikacıların gözünden değil, sıradan yurdum insanının gözünden bakıyor. Naif çünkü, insanları siyah ya da beyaz olarak resmetmiyor, grilikleriyle ortaya koyuyor ve arka planda bir yas, bilemedin bir aşk, o da olmazsa, bir anksiyete barındırıyor. Herkesin tutunduğu bir hikaye var kendi içinde ve onu çok da güzel kamufle ediyor kendince, sonra soğan cücüğü gibi soyuyorsun içten içe. İklim krizi, varoluşsal bir başka sıkıntıya evriliyor sanki. Kayıp gibi. Ki bence en vurucusu bu idi. Bir yerde çok güzel bir replik vardı, minik bir spoiler olacak ama paylaşmadan edemeyeceğim:
“Kaybettiklerine üzülüp unutmaya çalışacağına,
yaşadıklarını anarak güzel hatırla”
Al sana güzel bir “öğreti”. Cebine at ve yaşamaya devam et. Bir başka öğreti de “tek kullanımlık” lar üzerineydi. Artık her şey “tek kullanımlık” tan yola çıktı ve bunu ekolojik sıkıntıdan çıkıp, aşklara kadar vardırdı. Etti mi sana 2. Bir “aha moment” daha yaşatmıştı. Oyunun defalarca oynanması, ve ekolojiyi savunması ve buna rağmen isminin “Tek kullanımlık” olması. Yine oksimoron bir durum daha. Hikaye böyle ufak nüanslarla dolu.
Bir arkadaşımın yaptığı tespiti hatırladım şimdi. Dedi ki, “Kişisel kayıplarımızla yüzleşmeden, hala sahip olduklarımızın kıymetini bilmeden, yaşamı sevmeden, gezegene sahip çıkmamız imkansız gibi..”. Ne kadar doğru. Herşey içiçe geçti sanki. Sahip çıkmak çok boyutlu puzzle gibi, temelinde herşeyi barındırıyor. Gezegen, sevdiklerimiz, kendimiz. Biri olmadan diğeri olmuyor gibi.
Çok güzel akan, yer yer gülümseten, karakterden karaktere girişleriyle tempoyu hep yüksek tutan, sonunda da, dönüp dolaşıp, dilden dile dolanıp, oyuncudan seyirciye akan, bizde de evrilip, sonra hikayeye ve dolayısıyla oyunculara geri dönen bir bumerang tadıyla biten bir oyun. Tek kelimeyle “sevdim.”
Bu arada oyun sipariş üzerine hazırlanmış. Yani aslında Sabancı Vakfı, bir yarışma düzenlemiş ve “sürdürülebilirlik” üzerine bir metin arayışına girmiş. Volkan Bey de bundan hareketle bu hikayeyi hazırlayıvermiş. Çıkışta, bizi kırmadı, yanına yanaştık ve hikayesini anlattırdık. Bir oyunun mesajını, çıkış mantığını yazarla tartışmak, paha biçilemez bir deneyim. Çok mutlu bir gülümsemeyle ayrıldık velhasılı kelam oyundan.
Seyircisi ve alkışı bol olsun, çokçana insana dokunsun.

Yorum bırakın