Her şeyi unutuyorum. Unutmak istemediğim güzel deneyimlerimi ise, kıyamadığımdan kağıda kaleme döküyorum. Ki izi belli olsun.
O yüzden burası; kendimin kendime notları. E siz de bu durumda okuyucu olarak, şahidimsiniz. Keyifli okumalar!

Kalabalık Duası

Published by

on

(Amin!)

Öncelikle şunu belirteyim. Oyunu 3 kez izledim. Sonuncusunda, herkes izlemeli diyerek 20 kadar arkadaşıma cebren ve hile ile izlettirdim 🙂 Bence bir insanlık görevi bu oyunu “anlayana” kadar izlemek ve bu ehil çabayı ısrarla göstermek. Bu aşağıdaki yazım; ilk izlemem sonrası kalemimden dökülenler:

Oyuna yorumumu, sıcağı sıcağına izlemişken yazmak istedim. 12 Kasım 2022 Cumartesi Par Sahne’de izledim ve ne hissettirdiğini anlayamadığımı itiraf etmeliyim. Bir hakikat arayışında olan her insan muhakkak izlemeli. Yok, eğer bir gülmece güldürmece el üstünde kaydırmaca dersek de, çoğu kişi anlam veremediğim şekilde çokça gülmüş idi hikayeye, onların yüzü suyu hürmetine izlenmeyi hak ediyor bence. Ama “giriş-gelişme-sonuç”lu dört başı mağrur bir hikaye beklentisinde olanlarımız ayvayı yedi. Müthiş bir kakafoni ve anlamsızlığın içindeki anlamı arama halinin getirdiği yorgunlukla bitersiniz. Çok uçlarda yorumlar değil mi? Aynı hikayedeki gibi.

İtiraf etmeliyim oyun beni ve anlam arayışındaki zihnimi feci yordu. Yordu diyip kenara çekilmeyeceğim biraz hikayeden spoilerlar vererek haleti ruhiyemi paylaşacağım. CİDDi SPOILER İÇERİR. Evet nerede kalmıştık?

Bir meczupun gözünden anlatılan İstanbul, İstanbul değil hakikatti benim için; o denli derin, o denli içten. Keşmekeşlik bir kutup, nizam bir diğer kutup, arada kalmış ben. O meczup gibi hissettim birden. Aklım karıştı, salondaki gülüşler de cabası. Sinirlerimi hoplattı.

Sanki aklımı okuyordu birileri; arada bir temas ettiğim ve görmezden geldiklerimi su yüzüne çıkartıyordu gibi. Baş karakterimiz, “Bekliyorum!” diyordu, biraz hayıflanarak.. E tabii ben de “Bekliyordum”. Neyi beklediğimi bilmeden öyle savrularak. Ama belki ben beklemeyi seviyordum cidden, belki bekleyince anlamsızlığı görmemek kolaylaşıyordu şu küçük dünyamın içindeyken? O tercih elimden alınmış gibi hissettim bu oyun yüzünden. Mutlu mesut kandırıyordum kendimi ve fi hakikat, yazar “aslında sen yoksan, dünya da yok” diyerek tüm oyuncaklarımı aldı elimden, herşeyimi bitirdi. Kötümserlik belirdi. Of dedim hayır, şu kahkahalara kaptır kendini Gülşah, yok yok görmedin, yok yok bişiy şu anda içinden geçmedi. Sonra dedim ki, ya evet kurtarıcı geldi. Öyle güzel, öyle tatlı, öyle mutlu bir hayal ile…. Hikaye tam toparlanacaktı ki.. Ortalık karıştı, ortamı bir “cümbüş” sardı. Cümbüş-ü “idrak” ve “olanı kabullenme” hali. Herkesin; kendi hakikatini yaşadığı, hikayelerin olmadığı bir yerde alnımızın sırrını keşfetmek suretiylen, kırılan zincirlere baktık ve belki de el salladık. Off hakikaten cümbüşe gel.

Bu arada oyuncu Tolga İskit gerçekten müthiş. Mimikleri, süzülmesi, dans eder gibi ahenk içindeki hareketleri, karakter geçişleri.. Ve yazar: Volkan Çıkıntoğlu. Bir Meşrutiyet Faciası Yahut Gündüzlerimiz’de de bizi trollemişti, yine trollüyor kendisi. İnanılmaz bir kalem, inanılmaz bir gözlem, hayalin içinde gerçek, gerçeğin içinde hayali bulma hali. Derviş olmasından şüpheleniyorum.

Ve biz yani seyirci. Bize çok çok iş düşüyor, hikayeyi takip etmek için. Ve fakat, noluyor buradayı anlamaya çalışmadan, cümbüşü kutlamak lazım sanki. Cebine koyuverdikleriyle yetinmeli insan. İdrak bir yere kadar. Bekle bir gün o da olur herhal.

Not: Bu arada 2. izleyişimde, ben de çok güldüm, artık anlam aramadığım için olsa gerek – gerçekten tüm mimikleri vs. komik buldum. Hayat ne garip, anlayacağım diye iki göz iki kulak dinlemekten, gülüşmeleri pas geçmiş, çok garipsemiştim ilk izleyişte. Sonra kendim de gülenlere katıldım ikincide. O yüzden her zaman derim: KGR!

Bunu anlayan beri gelsin 🙂 Bir gün hep beraber KGR’leyelim.

Yorum bırakın

Previous Post
Next Post